ALMAN VE TÜRK HUKUKUNA GÖRE
YABANCI MAHKEME KARARLARININ TANINMASI
Erol KARAASLAN [1]
Varol KARAASLAN [2]
A. Kavram ve hukuki zemin
I. Kavram
Tanıma, yabancı bir mahkeme kararını tanıyan ülke nezdinde, cebri icraya yol açmaksızın, hukuki sonuçlar kazanması ve bu mahkeme kararını artık tanıyan ülkede bağlayıcı olarak kabul edilmesi olarak ifade edilmiştir.[3]
II. Hukuki zemin
Alman hukukunda yabancı mahkeme kararlarının tanınması konusundaki hukuki düzenleme ikili nitelik arz etmektedir. Ulusal Alman hukukunda tanıma ve tenfiz konuları Alman Medeni Usul Kanununun (ZPO) 328, 722 ile 723’üncü maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemeye ek olarak aile hukuku alanında, Aile Hukukunda Değişiklik Yapan Kanunun (FamRÄndG) 7; Ticaret Kanununun (HGB) 738B; çekişmesiz yargıda Çekişmesiz Yargı Kanununun (FGG) 16a maddeleri sayılabilir. Bunun yanında birçok ülkeyle yapılan ikili ve çok taraflı ulusal sözleşme ile de tanıma ve tenfiz konuları düzenlenmiştir. Bunların içinde kuşkusuz Avrupa Birliği ülkeleri arasında tanımayı düzenleyen Medeni ve Ticari Mahkeme Kararlarının İcrası ve Yargısal Yetki Hakkındaki Avrupa Birliği Sözleşmesi[4] önemli bir yere sahiptir. 01.03.2002 tarihinde bu Sözleşmenin yerine geçen yönetmelik[5] ile tanıma lehine bazı düzenlemeler yapılmış ve Avrupa Birliği ülkeleri arasında mahkeme kararlarının tanınması nispeten kolaylaştırılmıştır. Bu düzenleme Almanya ile Avrupa Birliği üyesi diğer ülkeler arasında tanıma ve tenfiz konularında geçerlilik arz etmektedir.[6]
Ayrıca 16.9.1988 tarihli Lugano Anlaşması da Almanya ve diğer Avrupa Birliği ülkeleri ile İzlanda, Polonya ve İsviçre arasında tanıma ve tenfiz hukukunu düzenlemektedir.
Türkiye açısından ise HYY md. 537-545 tarafından konu düzenlenmiş ancak, 2675 sayılı MÖHYY’nin 46’ncı maddesi ile bu maddeler yürürlükten kaldırılarak, aynı yasanın 42’nci maddesinde tanımanın koşulları belirtilmiştir. Evlilik Bağına İlişkin Kararların Tanınması Hakkında Sözleşme[7] gereği de tanıma olanaklıdır. Bunun yanı sıra, bir çok ülke ile ikili sözleşmeler[8] uyarınca tanıma yapılabilmektedir. 1958 tarihli New York Konvansiyonunu 3731 sayılı Yasayla onaylamak suretiyle bu Sözleşme bakımından da tanıma konusunda düzenlemeler getirilmiştir.
28.5.1929 tarihli Türk-Alman Miras Hukuku Sözleşmesi ile iki ülke mahkemeleri tarafından verilen miras hukuku bağlamındaki tespit, miras hissesi ve mahfuz pay talepleri ile ölüme bağlı tasarrufa ilişkin mahkeme kararlarının -kararı veren mahkemenin uluslararası yetkili olması koşuluyla- tanınmaları kararlaştırılmıştır.[9]
III. Lehte olan kuralın uygulanması ilkesi
Tanımayla ilgili bir davada sözleşme hukukunun mu yoksa ulusal kanunların mı uygulanacağı konusunda kabul gören görüşe göre; hangi düzenlemenin tanıma lehine olduğuna bakılacaktır. Normal şartlarda devletler arasındaki sözleşmeleri kanundan önce uygulamak gerektir. Fakat ‘lehte olanın uygulanması’ kuralı gereği, uluslararası sözleşme ancak tanımayı kolaylaştırıyorsa öncelikle uygulanacaktır. Uluslararası sözleşmeye göre tanıma mümkün olmayıp da ulusal normlara göre mümkün ise bu normlar uygulama alanı bulacaktır.[10]
Her devlet kendi mahkemeleri tarafından verilen kararların mümkün olduğunca yurt dışında tanınmasını amaçlamaktadır. Bu nedenle, uluslararası sözleşmelerin, sözleşmenin taraflarına “tanımama yükümlülüğü” yüklediğini söylemek mümkün değildir. Sonuç olarak, sözleşmenin tarafı olan ülke, o sözleşmedeki şartlar oluşmamış olsa dahi, kendi iç hukukuna göre kararı tanımakta serbesttir.[11]
Lehte olan kuralın uygulanması prensibi bazı sözleşmelerde açıkça düzenlenmiştir. Örneğin Almanya ile Yunanistan arasındaki Tanıma Sözleşmesinin 22, Almanya-İngiltere Tanıma Sözleşmesinin 2’nci maddesi 3’üncü paragrafında olduğu gibi.[12]
Hukukumuz bakımından ikili ve çok taraflı sözleşmelere bakıldıktan sonra, lehte olan kuralın uygulanması ilkesi değerlendirilmelidir. Örneğin, boşanmanın tanınması davasında, lehe kural uygulaması düşünülebilir. Bu durumda, MÖHYY veya Evlilik Bağına İlişkin Kararların Tanınması Hakkındaki Sözleşmeden hangisi lehte ise onun esas alınması gerekir. Ülkemiz, özellikle nafakaya ilişkin olarak birçok uluslararası sözleşmeye taraftır. Bu sözleşmelerin de dikkate alınması gereklidir.[13]
B. Tanımanın kapsamı
Tanıma ile yabancı mahkeme kararı yurt içinde hangi etkiye sahip olacaktır? Bu konuda başlıca üç teori savunulmuştur.
Bir görüşe göre tanıma ile yabancı mahkeme kararına Alman mahkemeleri tarafından verilen aynı şekildeki bir kararın etki ve sonuçları tanınmalıdır. Bu teorinin savunucularına göre; yabancı mahkeme kararına tanınacak sonuçların yürürlük nedeni tanıma devleti hukukundan çıkarılacaktır. Bu şekildeki bir mahkeme kararına, eşdeğer bir Alman kararından daha fazla etki ve sonuç tanınamayacaktır.[14] Bu teori, dava açıldığında tarafların düşünmedikleri etki ve sonuçların sonradan -kararın tanınması ile- ilk mahkeme kararına eklenebileceği gerekçesiyle eleştirilmiştir.[15]
Bir diğer teoriye göre karara tanınacak etkiler bakımından ilk devlet hukuku belirleyici olmalıdır. Tanıma mahkemesi tanınması talep edilen kararın ilk devlet hukukuna göre hangi etkilere sahip olduğunu araştırmalıdır. Bu şekilde ortaya çıkacak etki ve sonuçlar, yurt içinde başka bir ülkenin maddi hukukunu uygulamak suretiyle verilecek yerli bir mahkeme kararının etkileriyle aynı olacaktır.[16]
Karma teoriye göre kararın ilk devletteki etki ve sonuçlarına bakılacaktır. Ancak bu etki ve sonuçlar bu karara eşdeğer yerli bir kararın etkilerinden fazla olamayacaktır. Alman hukukuna yabancı veya Alman hukukuna göre tanınabilecek etkileri aşan etki ve sonuçlar tanınamayacaktır. Bu durumda tüm karar değil, kararın Alman hukukuna yabancı etkisi tanınmayacaktır.[17]
Bu noktada belirtmek gerekir ki, Alman hukuku -boşanma hukuku hariç- tanıma talepleri için özel bir usul öngörmemektedir. Boşanma ile ilgili tanımalardaki farklı düzenlemenin nedeni, bu konudaki bir kararın Almanya’da tanınıp tanınmayacağı noktasında kesinlik sağlanmasının istenmesi ve birbiriyle çelişen kararların ortaya çıkmasının önüne geçilmek istenmesidir.[18]
Yabancı bir mahkeme kararının tanınmasını veya tanınmamasını talep eden taraf Almanya’da bir tespit davası açabilir. İlk yargılamayı kazanan taraf, tanıma koşullarının mevcudiyetini öne sürerek olumlu bir tespit davası açabileceği gibi, tanıma koşullarının oluşmadığını öne süren taraf da olumsuz bir tespit davasıyla ilk yargılamada verilen kararın tanınmamasını talep edebilir.[19]
Tanımanın talep edildiği tespit davası ile birlikte cebri icraya imkân veren tenfiz de talep edilebilir. Bunun için ilk yargılamada lehine ifa hükmü verilen davacı, bu kararın tenfizini de talep etmelidir.
Tanımanın tüm koşulları tenfiz için de geçerlidir. Gerçekten de Alman Medeni Usul Kanununun 723’üncü maddesi Prg. II No: 2’ye göre tanınması mümkün olmayan bir karar için kararın cebri icrasına imkân veren tenfiz kararı verilemez. Fakat tenfiz için, tanıma koşullarına ek olarak üç koşul daha aranmaktadır:
a. İlk devlet kararının o ülke hukukuna göre icra edilebilir olması koşulu,
b. Tenfiz devletinin tenfizi istenen hak için yargılama yetkisinin bulunması koşuluyla,
c. Bahse konu hakkın halen mevcut olması, bir başka deyişle ilk yargılamadan sonra ifa, takas gibi nedenlerle ortadan kalkmış olmaması gerekmektedir.[20]
İç hukukumuz bakımından, gerek yabancı kararda uygulanan usul, gerekse kararda yer alan maddi ve hukuki tespitler, tanıma hükmünün inceleme konusu dışındadır. Tanıma ilamının sunulmasının yeterli olduğu Yargıtay tarafından kabul edilmiştir.[21]
C. Tanınabilecek kararlar
Alman Medeni Usul Kanununun 328’inci maddesine göre tanıma için evvela ortada yabancı bir mahkeme tarafından verilmiş bir karar bulunmalıdır. Kararın şekli ve o hukuk düzeni tarafından nasıl isimlendirildiği önemli değildir. Kararın, her iki tarafa da yargılamaya aktif olarak katılma hakkı tanıyan, hukuki ve olağan bir yargılama sonunda verilmiş olması ve hukuki anlaşmazlığı sona erdirmiş olması yeterli kabul edilmektedir. [22]
Kararın tespit, ifa ya da inşai karar olması önem arz etmemektedir. Bunun gibi kişinin bir şeyi yapmaya ya da yapmamaya mahkum edilmiş olması da önemli değildir. Davayı ret kararı ve davalının davayı kabulü de tanınabilecek kararlar arasındadır. Genel kabul gören görüşe göre yalnızca usule ilişkin olan kararlar tanınamaz.[23]
Yargılama giderlerinin davayı kaybeden taraf tarafından tazminine ilişkin kararlar da tanınabilir.[24]
Alman hukukuna göre nizasız kazaya ilişkin kararlar ile evlilik birliğinin mevcudiyeti hakkındaki kararlar ile boşanma kararlarının tanınmasında karşılıklılık şartı aranmamaktadır.
Tanımanın diğer koşulları burada da geçerlidir. Kararın çekişmesiz yargı kararı olup olmadığına dair değerlendirme Alman hukukuna göre yapılacaktır.
Türk hukuku bakımından ise 2675 sayılı MÖHYY 38-41’inci maddeleri arasında tenfiz düzenlendikten sonra, tanıma konusunda bazı koşullar hariç tenfiz koşularına yollama yapılmıştır (md. 42). Buna göre; MÖHYY md. 38’in (a) ve (d) bentlerinde yazılı olan, “karşılıklılık” ve “savunma hakkına uyulmuş olunma” koşulları, tanıma için aranmaz.[25] Türk hukuku bakımından tanıma için; yabancı mahkeme kararı, hukuk davalarına ilişkin olmalı, yabancı ilam kesin hüküm taşımalı, bu ilam Türk kamu düzenine açıkça aykırı olmamalıdır. Tanımanın olumsuz koşulları ise yabancı mahkeme ilamının Türk mahkemelerinin münhasır yetkisine giren bir konuyu kapsamaması, Türklerin kişi hallerine ilişkin yabancı ilamda Türk kanunlar ihtilafı kuralları gereğince yetkili kılınan hukukun uygulanmamış olmaması ve Türk vatandaşı olan davalının tanımaya bu yönden itiraz etmemiş olmasıdır (md. 34 ve 38).
Tenfizde aranmayan koşulların, tanımada aranması mümkün değildir. Tanımanın bütün koşulları tenfizde öncelikle geçerlidir. Çünkü, yabancı mahkeme kararlarının tenfizine karar veren Türk mahkemesi, aynı zamanda bu kararın kesin hüküm gücünü de kabul etmektedir. Cebri icraya olanak veren tenfiz için gerekli görülmeyen koşulların, yalnızca yabancı mahkeme kararının kesin hüküm veya kanıt gücünün kabulü için aranması olanaklı değildir.[26]
Hukukumuza göre, tanıma işlemine konu olabilecek yabancı ilamlar, yalnızca kesin hüküm, kesin delil ve inşai nitelikleri olan ilamlardır.[27] Mahkemelerin ifa kararları, icrai bir etkiye sahip olduklarından, bunlar tanıma konusu olamazlar.[28] Tanıma kararı, nitelik olarak bir tespit kararıdır. Bu nedenle öncelikle davacının tanıma kararı istemesinde hukuki yararının bulunması gerekir. İsim değişikliği, vasi atanması gibi çekişmesiz yargı kararları verildikleri koşullar içerisinde, kesinliklerini koruduklarından ve esasen yenilik doğurucu nitelikleri dolayısıyla kesin hüküm gücü taşıdıklarından, tanınmaları olanaklıdır. Ancak veraset belgesi gibi kesin olmayan ve tespit niteliğindeki kararlar tanımaya konu olamazlar.[29]
I. Mahkeme
Tanınacak karar, bir mahkeme tarafından verilmiş olmalıdır. Bu bağlamda mahkeme; kararın verildiği devletin (ilk devlet) hukukuna göre özel hukuk anlaşmazlıkları hakkında belirli bir hukuki yargılama usulü sonucu karar verme yetkisine sahip, devlet otoritesini bünyesinde bulunduran makam olarak tarif edilebilir.[30] Burada önemli olan bu makamın fonksiyonudur, bu anlamda; muhakkak mahkeme olarak isimlendirilmiş olması şart değildir.[31] Kararı veren mahkeme tarafsız ve bağımsız hareket etmiş olmalıdır.
Mahkeme, yabancı egemenlik adına hüküm verirse, bu hüküm yabancı bir hükümdür.[32]
İlk devletin uluslararası hukuk anlamında tanınmış olup olmaması önemli değildir.
II. Özel hukuka ilişkin hüküm
Alman hukukuna göre kararın tanınabilmesi için, bir özel hukuk hükmü olması gerekir. Özel hukuk kavramını Alman hukukuna göre yorumlamak gerektir.[33] Özel hukuk anlaşmazlıklarını çözme yetkisine sahip mahkemeler, -sözgelimi iş ve ticaret mahkemeleri de- hukuk mahkemesi olarak kabul edilmektedir. Ceza ve idare mahkemeleri bir medeni hukuk anlaşmazlığı hakkında karar vermişlerse, bu kararlar da tanınabilir.[34]
Hukukumuzda da, 2675 sayılı Yasanın 34/son fıkrası ile yabancı mahkemelerinin ceza ilamlarında yer alan kişisel haklarla ilgili hükümler hakkında da tenfiz kararı istenebileceği düzenlenmiştir.
Öte yandan kamu hukuku alanında verilen kararlar, hukuk mahkemeleri tarafından verilmiş olsalar dahi tanınamazlar.[35]
Türk hukuku açısından, usul hukukumuz bakımından bu nitelendirmenin yapılması gerekir. Hangi kararların özel hukuk kararı olduğuna ilişkin nitelendirme Türk hukukuna göre yapılacaktır.[36]
III. Kararın kesinleşmiş olması
Bir görüşe göre; yabancı mahkeme kararının tanınabilmesi için kararın şekli olarak kesinleşmiş olması gerekli değildir. Bu görüşe göre önemli olan, kararın ilk devlet hukukuna göre hangi andan itibaren hukuki sonuç doğurduğudur.[37]
Buna karşılık genel kabul gören görüşe göre, yabancı mahkeme kararının o ülke hukukuna göre kesinleşmiş olması tanımanın şartıdır.[38] Böylece kesinleşmemiş mahkeme kararlarının tanınmasının beraberinde getireceği sakıncalar önlenmiş olacaktır.
Karar, verildiği yargılama içinde hukuk yollarıyla bozulamayacağı ve değiştirilemeyeceği andan itibaren kesinleşmiş sayılmalıdır. Burada önemli olan tanıma devletini değil, karar devletinin hukukudur. Hukuk yolları tabiriyle kastedilen olağan hukuk yollarıdır. Sözgelimi Alman hukukunda bulunan Anayasal şikayet müessesesi -kişinin temel anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvuru hakkı- bu kapsama girmez.
Koşul Türk hukuku bakımından değerlendirildiğinde, ilk devletten verilen kararın kesinleşmesi MÖHYY tarafından aranmıştır (md. 34/I). Türk hukukunda kesinliğin, şekli kesinlik mi, maddi kesinlik mi olması gerektiği konusunda tartışmalar yapılmıştır.[39] Ancak şekli anlamda kesin bir ilam tanıma kararı ile birlikte maddi anlamda kesin hüküm gücü kazanacaktır.[40]
Kesinleşme, yargılama usulüne ilişkin bir konu olduğundan, ilk devlet hukukuna göre belirlenecektir. Uygulamada kesinleşme şerhi koşul olarak aranmakta ve yeterli görülmektedir.
IV. Yargılama yetkisi
Yabancı mahkeme kararının tanınabilmesi için başta gelen şartlardan birisi, karar devletinin o yargılama için yargılama yetkisinin bulunmasıdır. Gerçi bu şart kanun metninde açıkça yer almamaktadır, ancak uluslararası yetki şartından (Alman Medeni Usul Kanunu md. 328 prg.1 cümle 1) kıyas yoluyla çıkarılmaktadır. İlk devletin yargılama yetkisi olmaması hakkındaki tipik örnek, o devlette görev yapan ve diplomatik dokunulmazlık hakkı bulunan diplomatlar hakkındaki mahkeme kararlarıdır. Bu şekilde, diplomatik dokunulmazlık göz önünde bulundurulmaksızın verilen bir karar tanınamayacaktır.[41]
Tanıma aşamasında ilk devletin yargılama yetkisi kontrol edilirken, tanıma hâkimi ilk devlet mahkemesinin yaptığı maddi tespitlere bağlı değildir. İlk devletin yargılama yetkisinin olup olmadığı tanıma aşamasında re’sen kontrol edilecek hususlardandır.[42]
V. Kısmi tanıma
Doktrin ve mahkeme kararlarında genel kabul gören görüşe göre ilk mahkeme kararı değişik hukuki nedenlere dayanan taleplere ilişkinse, kararın bu talepler hakkında verilen her bir kısmı ayrı ayrı tanınabilir. Böylece her hukuki neden ve talep ayrı bir dava konusuymuş gibi değerlendirilmiş olmaktadır.[43]
Kısmi tanıma için tarafların talepte bulunması şart değildir. Mahkeme tanıma şartları oluşan kısmı re’sen tanıyacaktır.[44]
Alman doktrininde, karar tek bir hukuki sebebe dayanıyor ise bile kısmi tanımanın mümkün olması gerektiğini savunan yazarlar vardır.[45]
Türk hukuku bakımından da kısmi tanıma olanaklıdır. 2675 sayılı Yasanın 36/c maddesi “tenfiz (tanıma), hükmün bir kısmı hakkında isteniyorsa bunun hangi kısım olduğu, dilekçede belirtilir” demekle, kısmi tanımanın olanaklı olduğunu belirtmiştir.
D. Tanıma şartları
I. Uluslararası yetki
Uluslararası yetki ilk devletin dava konusu üzerinde karar verme yetkisini ifade etmektedir. Bu yetki ile dünya üzerinde ortaya çıkan hukuki anlaşmazlıklardan hangilerinin Alman/Türk mahkemeleri tarafından çözümleneceği belirlenmiş olmakta, böylece Alman/Türk mahkemeleri ile yabancı mahkemeler arasındaki yetki sınırları belirlenmektedir.[46]
Alman Medeni Usul Kanununun 328’inci maddesi 1’inci paragrafının 1 numaralı bendine göre, tanınacak kararın verildiği mahkemenin bulunduğu ülke Alman kanunlarına göre yetkili değilse, o karar tanınamaz. Bu düzenlemeyle Alman hukuku “Spiegelbild” prensibini kabul etmiştir. Bu prensibe göre, dava konusu hakkında farazi olarak Alman hukuku yetki kurallarının uygulanmış olması durumunda karar veren yabancı ülke mahkemesi yetkili olacak idiyse, uluslararası yetki şartı oluşmuş demektir. Burada uygulanacak yetki kuralları Alman Medeni Usul Kanununda bulunan genel ve özel yetki kurallarıdır, sözgelimi dava açıldığı anda davalının ikametgâhı mahkemesi (Alman Medeni Usul Kanunu md. 12 ve devamı), taşınmazlarda, taşınmazın bulunduğu yer mahkemesi (Alman Medeni Usul Kanunu md. 24), sözleşmelerde ifa yeri mahkemesi (Alman Medeni Usul Kanunu 29’uncu md.) gibi.
Eğer Alman mahkemeleri dava konusu hakkında münhasır yetkiye sahip ise bu konuda yabancı bir ülkede verilmiş karar tanınamaz.[47]
Alman hukukuna göre dava konusu hakkında başka bir ülke mahkemesi münhasır yetkiye sahipse, bu konuda üçüncü bir ülke mahkemesi tarafından verilmiş bir karar da tanınamaz. Alman hukukuna göre münhasır yetkili devletin bu konuda kendisini münhasıran yetkili görüyor olup olmaması önemli değildir. Buradan anlaşılacağı üzere uluslararası yetki konusunda belirleyici olan tanıma devleti hukuku, yani Alman hukukudur.[48]
Alman mahkemelerinin münhasır yetkiye sahip olmadığı durumlarda da karar mahkemesinin uluslararası yetkiye sahip olup olmadığı kontrol edilecektir. Burada önemli olan karar mahkemesinin Alman yetki kurallarına göre gerçekten yetkili olup olmadığıdır.[49]
Kararı veren ülke mahkemesinin Alman hukukuna göre yetkili olması yeterlidir. Aynı olayda Alman mahkemelerinin de yetkili olması kararın tanınmasına engel olmayacaktır.[50]
Önemli olan o devlet mahkemelerinin herhangi birisinin yetkili olmasıdır, bu husus kontrol edilirken o devlet hukukuna göre görevli (sözgelimi asliye veya sulh mahkemesi) veya yer bakımından yetkili mahkemenin yargılamayı yapıp yapmadığı kararın tanınmasında etkili olmayacaktır.
Türk hukuku açısından baktığımızda, kesin yetki ve münhasır yetkiyi karıştırmamak gerekir. Münhasır yetki ile anlatılmak istenen, bir davanın mutlak olarak Türk mahkemesi tarafından görülmesi gerekliliğidir. Türkiye’de bulunan taşınmazlara ait davalarda (HYY md.13) yetki, münhasır yetkidir.[51] Ancak HYY md.11/II’de miras ile ilgili davaların miras bırakanın son oturum yerinde görüleceği kesin yetki olarak belirtilmişse de, bu yetki münhasır bir yetki değildir.[52]
Türk hukuku açısından, yabancı mahkeme ilamının Türk mahkemelerinin münhasır yetkisine giren bir konuda olmaması, tanınabilmesi için aranan koşullardan birisidir. Ancak burada olumsuz bir düzenleme yapılarak, Türk mahkemelerinin münhasır yetkisi çıkış noktası olarak alınmıştır. Üçüncü bir ülkenin münhasır yetkisine giren bir konuda uluslararası yetkiye sahip olmayan başka bir devlet mahkemesi tarafından verilen kararın tanınmasında Türk hukuku açısından bir engel yoktur. Yine, ilk kararı veren mahkemenin kendi iç hukukuna göre yetkili ve görevli olup olmadığının tanıma aşamasında bir rol oynamaması gerektiğini düşünmekteyiz. Öğretide, kendi ülkesinde sonuç doğurmayan bir kararın Türkiye’de de sonuç doğurmayacağı belirtilmiştir.[53] Ancak, ilk yargılamada bu konunun, diğer yan tarafından ileri sürülmesi gerektiği göz önünde tutulmalıdır. Karar devletinde bu itirazlarını ileri sürmemiş tarafın, artık tanıma hâkimi karşısında bu hususu ileri sürememesi gerektiği kanısındayız. Çünkü; karar devleti hâkiminin, kendi ülkesinin yetki ve görev kurallarını, tanıma hâkiminden daha iyi bileceği ortadadır. 2675 sayılı Yasanın 39/son maddesi, tanımaya itiraz nedenlerini belirtmiştir. Türk münhasır yetkisi haricinde, diğer münhasır yetkiler koşul olarak belirtilmemiştir. Ancak burada kamu düzenini ayrık tutmak gerekir. Türk kamu düzenine açık aykırılıkta yargıcın resen konuyu göz önüne alması -ileride inceleneceği gibi- zorunludur.[54]
Buna göre, MÖHYY’de yabancı mahkemenin yetkisi sadece olumsuz olarak anlaşılmakta, yabancı mahkeme kararının konusu Türk mahkemelerinin münhasır yetkisine girmiyorsa yabancı mahkeme uluslararası yetkili sayılmakta, yabancı mahkemenin Türk mevzuatına veya kendi mevzuatına göre gerçekten yetkili olup olmadığı, Türk mahkemelerince araştırma konusu yapılmamaktadır. Burada, 2675 sayılı Yasanın tanıma olanağını mümkün olduğunca geniş tutmak istediği gözden uzak tutulmamalıdır.[55]
Ülkemiz bakımından yasa yapıcı, aşağıda inceleneceği üzere, tanıma aşamasında ilk yargılamayı başlatan yazılı belgenin tebligatının usulüne uygun olup olmadığının kontrolünü zorunlu görmemiştir. Bu halde, aleyhine tanıma istenilen yanın münhasır yetki konusunda itirazını ileri süremeyeceği haklı olarak söylenebilecektir. Ancak, yapılacak yeni düzenlemede tebligat koşulunun düzenlenmesi yararlı olacaktır.[56]
1. Uluslararası yetkinin kontrolü
Genel kabul gören görüşe göre kararı veren mahkemenin uluslararası yetkiye sahip olup olmadığı tanıma aşamasında, davalının itirazına bakılmaksızın, resen göz önünde bulundurulmalıdır.[57] Bu görüşün savunucularına göre, burada önemli olan yalnızca davalının korunması gereken çıkarları değildir, kamunun da bu konuda korunması gereken yararı vardır.
Doktrinde kısmen seslendirilen bir başka görüşe göre ise uluslararası yetki ancak davalı taraf veya hukuki halefinin itirazı üzerine denetlenmelidir.[58]
Tanıma hâkimi, karar devletinin uluslararası yetkiye sahip olup olmadığını ilk mahkemenin hukuki ve maddi tespitlerine bağlı olmaksızın denetler.[59]
Kural olarak her iki tarafın da tanıma sürecinde uluslararası yetkiyi kanıtlama veya ilk mahkemenin bu yetkiye sahip olmadığını ispatlamaya yönelik yeni deliller sunması mümkündür.[60]
Avrupa Birliği ülkeleri arasında kural olarak tanıma sürecinde ilk devlet mahkemesinin uluslararası yetkiye sahip olup olmadığı kontrol edilmez. Bu kuralın istisnaları vardır, örneğin Avrupa Birliği Yargısal Yetki, Tanıma ve Tenfiz Yönetmeliğinin 35, 66/II maddeleri -sigorta ve tüketici ile ilgili konular- gibi.
II. Tebligatın zamanında ve usulüne uygun olması
Eğer dava dilekçesi ilk yargılamaya katılmamış davalıya usulüne uygun ve kendisini savunmasını sağlayacak şekilde vaktinde tebliğ edilmemişse, bu karar Alman Medeni Usul Kanununun 328’inci maddesinin 1’inci paragrafının 2 nolu bendine göre tanınamaz.
Bu maddenin amacı davalı tarafa hukuki dinlenilme hakkının (rechtliches Gehör) ve yargılamaya ilişkin haklarının uluslararası hukuki ilişkilerde de, tanıma hukukunun elverdiği ölçüde sağlanmasıdır.[61]
Bu maddedeki haktan yalnızca ilk davadaki davalı yararlanabilir.
2675 sayılı MÖHYY 38/d maddesi “o yer kanunları uyarınca, kendisine karşı tenfiz istenen kişinin hükmü veren mahkemeye usulüne uygun bir şekilde çağrılmamış veya o mahkemede temsil edilmemiş yahut bu kanunlara aykırı bir şekilde gıyapta hüküm verilmiş ve bu kişinin yukarıdaki hususlardan birine dayanarak tenfiz istemine karşı Türk mahkemesine itiraz etmemiş olması,” koşulunu tenfiz için ararken, tanıma için maalesef aramamıştır (md.42/I).
Savunma hakkının kullanılması kişinin en doğal haklarındandır. MÖHYY’nın bu koşulu aramaması şaşırtıcıdır. Ancak, çok açık bir biçimde savunma hakkının engellenmiş olduğu görülüyorsa kamu düzenine aykırılık kavramı içerisinde konunun değerlendirilmesi gerekir.[62]
1. Davayı başlatan yazılı belge
Davayı başlatan yazılı belge kavramı ile her hukuk düzeninin kendisine göre belirlediği ve bununla davalı tarafın resmi olarak hakkında açılmış davadan haberdar edildiği belge ve yazışma kastedilmektedir. Alman hukukunda bu belge, davetiye ile birlikte gönderilen dava dilekçesidir.[63]
Mahkeme tarafından sonradan gönderilmesi gereken belgeler, sözgelimi istinaf dilekçesi, bu kuralın kapsamına girmez.[64]
Doktrinde davanın genişletilmesi ve dava konusunun değiştirilmesi durumunda genişletme ve değiştirme dilekçelerinin de davalı tarafa tebliğ edilmesinin zorunluluğu hakkında görüş ayrılığı vardır. Kanımızca bu durumda da söz konusu dilekçelerin davalı tarafa tebliği, davalı tarafın hukuki dinlenilme hakkının sağlanması ve bu konudaki düzenlemenin amacı bakımından daha adil bir yorum olacaktır.[65]
2. Davaya katılma
Bu maddenin uygulama alanı bulabilmesi için davayı başlatan yazılı belge kendisine zamanında ve usulüne uygun tebliğ edilmeyen davalının davaya katılmamış olması gerektir. Davaya katılma, davalının davacı tarafın iddialarına karşılık yaptığı, hukuki sonuç doğuran her türlü hareket ve eylemin yanı sıra; davalının kendisine karşı açılan davadan haberdar olduğunu gösteren eylemleri olarak tanımlanabilir.
Davalının davaya katılıp katılmadığı Alman yargılama hukuku kurallarına göre belirlenecektir.[66]
Genel kabul gören görüşe göre davaya katılma davalının bizzat kendisi veya onun tarafından atanmış bir temsilci tarafından mümkündür. Ancak davalının bilgisi dışında atanmış bir hukuki temsilci davacı adına davaya katılamaz.[67]
Dava koşullarının bulunmadığına yönelik itirazın davaya katılma olarak değerlendirilmesi gerekir.[68]
Bir görüşe göre davalı tarafın yetkisizlik itirazı dahi davaya katılma olarak yeterli kabul edilmelidir.[69]
Kısmen savunulan bir görüşe göre, bu kavramı kanunun amacına bakarak geniş yorumlamak gerektir. Bu madde ile kanun koyucu yalnızca davalı tarafın hukuki dinlenilme hakkını güvence altına almaya çalışmıştır, yoksa kötü niyetli davalının şekli sebepler ileri sürerek kararın tanınmasını önlemesini değil.[70]
Bir defasında Baden-Württemberg Eyalet Adli Yönetimi davalı tarafın tebligatın hatalı yapıldığına dair itirazının davaya katılım olarak değerlendirilemeyeceğine karar vermiştir.[71]
Bazı hukuk sistemlerinde, ceza davası içinde, medeni hukuka ilişkin haklar da talep edilebilmektedir. Davalı tarafın yalnızca ceza davası hakkında savunma yaptığı, fakat müştekinin hukuki talebine karşı cevap vermediği bir davada Alman Federal Mahkemesi ceza davasına katılmayı hukuki talep noktasında da katılma olarak kabul etmiştir.[72] Bu kararıyla Federal Mahkeme, Avrupa Adalet Divanının aynı içerikteki içtihadını benimsemiştir.[73]
3. Tebligat
Tebligat usulüne uygun olmalıdır. Genel kabul gören görüşe göre tebligatın usulüne uygun olup olmadığı kararın verildiği devletin usul hukuku ve bu konuda o devletin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere göre tespit edilir.[74]
Alman hukukuna göre dava dilekçesinin davalının şahsına tebliğ edilmesi şart değildir. Fakat ilk devletin usul hukuku davalıya şahsen tebligatı zorunlu kılmışsa, bu durumda ev halkına yapılacak tebliğ usulüne uygun sayılamayacaktır.[75]
İlk devlet hukukuna göre kişisel tebliğ şart olsa bile, kanunen geçerli bir temsilciye de tebligat yapılabilir.[76]
İlk devlet hukukuna göre mahkemenin tayin ettiği tebligatı almaya yetkili birine veya vasiye yapılan tebligat geçerli ise bu şekildeki tebligat tanıma aşamasında da geçerli kabul edilecektir. Ancak bu durumda davalının davadan zamanında haberdar olması şartının yerine gelmemiş olabileceği göz önünde tutulmalıdır.[77]
Kısmen savunulan bir görüşe göre, ceza davası içinde medeni hukuka ilişkin taleplerin de söz konusu olduğu durumlarda yalnızca ceza davasının tebliği yetmemelidir.[78]
Tebliğ konusunu uluslararası düzeyde ele alan önemli anlaşmalardan birisi 1965 yılında imzalanan Lahey Tebligat Sözleşmesidir. Almanya bu Sözleşmeyi 1979 yılında kabul etmiştir. Ülkemiz de bu Sözleşmenin tarafı olduğundan, Almanya ile Türkiye arasındaki tebligatlar bu Sözleşme hükümlerine göre yapılmaktadır.
Almanya 21.6.1979 tarihinde, tebliğ edilecek evrakın Almanca olarak düzenlenmiş veya Almanca’ya çevrilmiş olmasının geçerli bir tebligat için zorunlu olduğunu resmen ilan etmiştir. Lahey Tebligat Sözleşmesinin 10’uncu maddesiyle, yurt dışında bulunan kişilere mahkeme yazışmalarının posta ile de gönderilebileceği ilkesi kabul edilmiştir. Almanya bu maddeye ihtirazi kayıt koyduğu için bu şekilde yapılacak tebligat Alman hukukuna göre geçerli değildir.[79]
Bu konuda Avrupa Birliği ülkeleri arasındaki ilişkiyi düzenlemek amacıyla hazırlanan 1348/2000 numaralı Avrupa Birliği Tebligat Yönetmeliği 31.5.2001 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu düzenlemenin 14’üncü maddesiyle yurt dışında bulunan kişilere mahkeme yazışmalarının posta ile de gönderilebileceği ilkesi kabul edilmiştir. Üye devletlere yalnızca postayla tebligatın nasıl yapılacağı konusundaki şartları belirleme yetkisi tanınmış, bu konuda ihtirazi kayıt koyma hakkı tanınmamıştır. Yine bu Yönetmeliğin 8’inci maddesine göre tebligat; tebligat yapılan ülkenin resmi dilinde, eğer o ülkede birden fazla resmi dil varsa tebligatın yapıldığı yerdeki resmi dilde veya tebligatı alan kişinin vâkıf olması şartıyla, tebligatı yapan topluluk üyesi ülkenin resmi dilinde gerçekleştirilmelidir.[80]
Alman tebligat hukukunda yakın zamanda yapılan değişiklikle, uluslararası tebligat bundan böyle, Almanya’nın taraf olduğu uluslararası sözleşmelerin posta ile tebligata izin verdiği durumlarda, iadeli-taahhütlü posta yoluyla da yapılabilecektir (Alman Medeni Usul Kanunu md. 183).
4. Tebligatın zamanında yapılması
Tebligatın zamanında yapılması ilkesi ile ulaşılmak istenen amaç, davalı tarafa savunmasını hazırlayabilmesi için yeterli zaman tanınmasını ve davalının, aleyhine verilecek bir gıyap hükmünü engelleyecek gerekli adımları atmasını sağlamaktır.[81]
Tebligatın zamanında olup olmadığı konusundaki tespit somut olayın özelliklerine ve bunların tanıma hâkimi tarafından değerlendirilmesine bağlıdır. Hüküm ve tanıma mahkemelerinin bağlı bulundukları usul hukuku hükümleri ve bu hükümlerdeki süreler burada önem taşımamaktadır.[82]
Bu konuda tanıma mahkemesi yalnızca davalı tarafın, aleyhine bir gıyap hükmü verilmesini engellemesine yetecek süreye sahip olup olmadığına dikkat edecektir.
Alman Federal Mahkemesi bir kararında tebligat ile sözlü yargılama arasındaki 13 günlük sürenin yeterli bir savunma süresi olarak değerlendirilemeyeceğine karar vermiştir. Mahkeme, kararını şu gerekçeye dayandırmıştır: Alman hukukuna göre ülke içindeki hukuki uyuşmazlıklarda dava dilekçesinin tebliği ile sözlü yargılama arasında en az iki hafta süre bulunmalıdır. Alman Usul Kanununun 274/III’üncü maddesine göre, tebligat yurt dışına yapılacaksa mahkeme başkanının sözlü yargılama tarihini belirlerken davaya cevap süresini de belirlemesi gerektir, yani bu süreyi uzatabilir. Bu nedenle 13 günlük süre yeterli değildir.[83]
5. Zamanında fakat usulüne uygun olmayan tebligat
Tebligat zamanında yapılmış, fakat usulüne uygun değilse ne olacaktır? Bir görüşe göre bu durumda da ilk mahkeme kararı tanınabilir. Önemli olan davalının dava hakkında gerçekten bilgi sahibi olmuş olmasıdır.[84] Avrupa Adalet Divanı bu konudaki bir kararında bu görüşü paylaşmadığını göstermiştir. Bu karara göre, Medeni ve Ticari Mahkeme Kararlarının İcrası ve Yargısal Yetki Hakkındaki Avrupa Birliği Sözleşmesinin 27’nci maddesine göre davalı taraf hakkında gıyap kararı verilen bir yargılama sonunda ortaya çıkan karar, eğer dava dilekçesi davalıya usulüne uygun olmadan tebliğ edilmişse, tebligat zamanında yapılmış olsa bile, tanınamaz.[85]
Alman Federal Mahkemesi Avrupa Adalet Divanının bu içtihadını Alman Medeni Usul Kanununun 328’inci maddesinin uygulama alanında da benimsemiştir. Bu görüşe göre tanıma için tebligatın hem zamanında yapılmış olması, hem de usulüne uygun olması şarttır.[86]
Doktrin ve mahkeme kararlarındaki tartışmalı konulardan birisi de şudur: Tebligatın zamanında veya usulüne uygun yapılmamış olmasına rağmen davalı taraf aleyhindeki davadan haberdar olmuş ve verilen karar hakkında ilk devlet usul hükümlerine göre yasa yollarına başvurma hakkını kullanmamışsa, yine de tebligattaki hata tanıma engeli olarak kabul edilecek midir?
Bu konuda ileri sürülen bir görüşe göre bu durum kararın tanınmasına engel olmamalıdır. Çünkü davalı tarafın ilk yargılamada hukuki dinlenilme hakkını sağlama imkânı oluşmuş, fakat davalı bu hakkını kullanmamıştır. İlk devlet uluslararası yetkiye sahipse, davalı hakkını orada aramalıdır.[87]
Bu görüş yargısal kararlarda benimsenmemiş ve karşısında şu argümanlar ileri sürülmüştür: Bu anlayışın kabulü davalının hukuki dinlenilme hakkını önemli ölçüde zedeleyecek ve hukuk devletinin temel ilkeleriyle bağdaşmayacaktır. Çünkü bu görüşe göre, davalının yalnızca mahkeme kararından haberdar olması yetecektir. Tebligatın zamanında ve usulüne uygun olması şartı davanın başında gerçekleşmesi gereken şartlardandır. Bu nedenle, davalının aleyhine verilmiş bir karara karşı kanun yollarına başvurma hakkı, davanın başında davadan haberdar edilmesiyle eşdeğerde değildir. Sonuç olarak bu durumda da ilk mahkeme kararı tanınmamalıdır.[88]
Bu konudaki görüş farklılıklarından sonra Avrupa Topluluğunun Yargısal Yetki, Tanıma ve Tenfiz Yönetmeliğinin 34’üncü maddesinin 2 numaralı bendi şu şekilde düzenlenmiştir: Davaya katılmamış davalıya davayı başlatan veya buna eşdeğer yazılı belge zamanında ve kendisini savunmasını sağlayacak bir şekilde tebliğ edilmemişse o karar tanınamaz, meğer ki davalı kendisi için mümkün olduğu halde karara karşı kanun yollarına başvurmamış olsun.
Bu yeni düzenleme, Alman Usul Kanununun tanımayı düzenleyen 328’inci maddesinde bulunmamaktadır. Bir görüşe göre bu düzenleme genel bir hukuk prensibi olarak kabul edilmeli ve Alman Usul Kanunu bağlamında da uygulanmalıdır.[89]
Bu yeni düzenlemenin dikkat çeken bir başka yanı da önceki yönetmelikte bulunan “usulüne uygun tebligat” ifadesi yerine “kendisini savunmasını sağlayacak bir şekilde” ifadesinin kullanılmış olmasıdır. Bu düzenleme ile tanıma aşamasında kontrol edilmesi gerekenin davalının hukuki dinlenilme hakkının sağlanıp sağlanmadığı olduğunun, şekli ayrıntılardan önce geldiğinin altı çizilmiştir.[90]
6. Tebligat hatalarının ıslahı
Alman doktrininde kısmen kabul gören bir görüşe göre, davayı başlatan yazılı belge davalıya gerçekten ulaşmışsa tebligattaki usulsüzlük veya hata düzeltilmiş kabul edilmelidir. Bu görüşe göre, Alman Medeni Usul Kanununun 328’inci maddesiyle hedeflenen amaç da budur; davalının hukuki dinlenilme hakkının sağlanması.[91]
Alman Medeni Usul Kanununun tebligatı düzenleyen hükümlerinden olan 189’uncu maddesine göre, yazılı belge tebligat hukuku hükümlerine aykırı olarak tebliğ edilmişse, bu belge tebliğ edilecek kimseye gerçekten ulaştığı anda tebligat gerçekleşmiş sayılmalıdır. Burada tartışma konusu olan bu kuralın tanıma hukukunda özel norm olarak uygulama alanı bulup bulamayacağıdır. Baden-Württemberg Eyaleti Adli Yönetimi bir kararında bu maddenin özel hüküm olarak kabul edilemeyeceğine, bu nedenle de tanıma hukukunda uygulanamayacağına karar vermiştir.[92]
Tebligat yabancı mahkeme yargılamasının bir parçası olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle tebligattaki hataların düzeltilmiş sayılıp sayılamayacağı konusu o devletin hukuku ile yine bu konuda o devletin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere göre belirlenmelidir.[93] Federal Mahkemeye göre, karar devleti Lahey Tebligat Sözleşmesine taraf ise ilk devlet hukukuna göre tebligatın sıhhatli kabul edilmesi ancak, bu düzenlemenin Lahey Sözleşmesiyle bağdaşır olması durumunda mümkün olacaktır. Aksi halde -ulusal hukukun böyle bir imkânı tanımış olduğu her durumda- Lahey Sözleşmesine uyulmaması yaptırımsız kalacaktır.[94]
7. Tebligatın usulüne uygun ve zamanında olup olmadığının kontrolü
Burada önemli olan düşünce yalnızca davalı tarafın korunması olduğu için, bu konudaki kontrol davalının itirazı üzerine yapılacaktır. Bu, kanun maddesinde de açıkça belirtilmiştir.
Doktrin ve yargısal kararlara göre davalı, madde 328’deki bu hakkından vazgeçebilir. Eğer ilk yargılamadaki davalının bizzat kendisi kararın tanınmasını istiyorsa, tebligattaki usulsüzlük tanımaya engel olmamalıdır.[95] Burada dikkat edilmesi gereken husus, davalının bu hakkından vazgeçmesinin hukuki dinlenilme hakkının ihlali derecesine varmamış olmasıdır. Bu hak Alman kamu düzeniyle ilgilidir.[96]
Boşanma davalarında davalının bu hakkından vazgeçmesi açık ve belirli olmalı, davalı bunun sonuçlarını biliyor olmalıdır. Susma yeterli kabul edilemez.[97]
Avrupa Birliği ülkeleri arasındaki tanıma davalarında genel kabul gören görüşe göre, bu husus mahkeme tarafından resen dikkate alınmalıdır.[98] Buna karşın, burada tanıma hâkiminin bu hususu resen dikkate almasını gerektirecek bir neden olmadığı ileri sürülmüştür. Bu görüşün dayanağı, bu konunun yalnızca davalının korunmasıyla ilgili olmasıdır.[99]
Tebligatın zamanında ve usulüne uygun yapılıp yapılmadığının kontrolünde tanıma hâkimi ilk mahkemenin tespitlerine bağlı olmaksızın değerlendirme yapar.[100]
Tanıma aşamasında ilk yargılamadaki tebligatın usulüne uygun olup olmadığının kontrol edilmesi hukukumuzda düzenlenmiş bir konu değildir. Bu konu ancak tenfiz istemlerinde (MÖHYY md. 38/d bendi), davalının savunma hakkının sağlanmış olması bağlamında göz önünde tutulabilir. Buna rağmen ülkemiz açısından da tanıma aşamasında ilk yargılamadaki tebligatın usulüne uygun ve zamanındalığının kontrolünün açıkça düzenlenmesi yararlı olacaktır. Burada önemli olan davalıya savunmasını hazırlayabilecek, gerektiğinde yargılama yapılan ülkede bir avukat tutmasına yetecek sürenin sağlanmasıdır. Tebligatın usulüne uygun olmadığı, buna rağmen davalının hakkındaki davadan zamanında haberdar olduğu durumlarda, tebligat hatalarının ıslah edilmiş olduğu kabul edilmelidir. Küçük şekli hatalar nedeniyle davacının hak arama özgürlüğünün zedelenmemesi gerekir. Aksi halde -kararın tanınmamasıyla- davacı, kendisinden kaynaklanmayan bir tebligat hatası nedeniyle cezalandırılmış olacak ve aynı konuda yeniden dava açması gerekecektir. Karar devletinde yeniden açacağı davanın da o konuda verilmiş kesin bir hüküm bulunması nedeniyle reddedilmesi gibi bir sonuçla karşılaşabilecektir. Tüm bu nedenlerle davacı ve davalının menfaatlerinin karsılaştırılarak bir değerlendirme yapılması adalet anlayışına uygun düşecektir. Nitekim Avrupa Birliğinin tanıma ve tenfiz konularını düzenleyen yönetmeliğinde, dava dilekçesinin davalıya zamanında ve kendisini savunmasını sağlayacak bir şekilde tebliğ edilmiş olması yeterli kabul edilmiş, burada önemli olanın davalının savunma hakkının kısıtlanmaması olduğu, tebligatın şekli olarak bu hususu gerçekleştirmeye yönelik bir araç olduğu bu şekilde gösterilmiştir.
III. Kararın önceden verilmiş bir karar veya devam etmekte olan bir alman yargılaması ile bağdaşmaz olmaması
Alman Medeni Usul Kanununun 328’inci maddesinin 1’inci paragrafı numara 3’e göre tanınması talep edilen karar, daha önceden bir Alman mahkemesi tarafından verilmiş bir kararla veya Almanya’da tanıma şartlarını haiz yabancı bir mahkeme kararıyla bağdaşmıyor veya Almanya’da aynı konuda açılmış ve devam etmekte olan bir yargılamadan sonra açılmış bir dava sonucu verilmiş ise bu karar tanınamaz.
Bu maddede üç durum düzenlenmiştir.
İlk alternatife göre, tanınması talep edilen karar Alman mahkemeleri tarafından verilen kararla uyuşmaz bir nitelik arz ediyorsa, Alman mahkemesi kararı mezkur yabancı karardan sonra verilmiş olsa bile, bu karar tanınamaz. Bu şekilde kanun koyucu kendi mahkeme kararlarına öncelik tanımış olmaktadır. Bu düzenleme Alman doktrininde eleştirilmektedir.[101] Kanun maddesi, kararların hangi durumda “bağdaşmaz” olacağı konusunu belirlememiştir. Bağdaşmazlığın her iki davanın konularının ve nedenlerinin aynı olması durumunda kabul edilmesi gerektiği konusunda şüphe yoktur.
İkinci alternatif şöyledir: Yabancı mahkeme kararı, bir üçüncü devlet kararının tanınmasını, ancak o karardan önce verilmiş olması durumunda engelleyecektir. Burada öncelik ilkesi geçerlidir. İlk önce verilmiş kararın halihazırda tanınmış olması şart değildir, ancak tanıma şartlarını haiz olması gerektir.[102]
Aynı dava konusu hakkında Almanya’da görülmekte olan bir dava varsa, bu davadan sonra yabancı bir mahkemede açılmış ve bu davayı dikkate almamış bir yargılama sonucu verilen karar Almanya’da tanınmayacaktır.[103] Yabancı mahkemenin Almanya’da devam etmekte olan davadan haberdar olup olmaması önemli değildir. Bu durum üçüncü alternatifi oluşturmaktadır.[104]
Alman yargılaması esas hakkında bir karar verilmeden bitmişse -davacının davayı geri alması veya uluslararası yetkisizlik nedeniyle davanın usulden reddedilmesi gibi sebeplerle- bu durum sonradan yabancı ülkede açılan dava sonucu verilen kararın tanınmaması için bir sebep teşkil etmeyecektir.[105]
İlk iki alternatif Avrupa Birliğinin tanımayı düzenleyen yönetmeliğinde de yer almaktadır (md. 34 Nr.3 ve 4). Bu maddeye göre tanınması talep edilen karar, tanımanın talep edildiği ülke mahkemeleri tarafından aynı dava tarafları arasında daha önce verilmiş bir kararla uyuşmazlık arz ediyorsa veya başka bir topluluk ülkesi veya üçüncü bir ülke tarafından daha önce verilmiş aynı dava konusuna dayalı bir kararla -bu kararın tanımanın talep edildiği topluluk üyesi ülkede tanıma koşullarını haiz olması koşuluyla- uyuşmaz nitelikte ise tanınamaz.
IV. Kamu düzeni
Yabancı mahkeme kararının tanınması kamu düzenine aykırılık teşkil edecekse, bu karar Alman Medeni Usul Kanununun 328’inci maddesi 1’inci paragrafı numara 4 ve Avrupa Birliği Yargısal Yetki, Tanıma ve Tenfiz Yönetmeliğinin 34’üncü maddesi 1 numaralı bendine göre tanınamaz. Kural olarak tanıma aşamasında tanınması talep edilen karar içerik olarak denetlenemez (révision au fond yasağı). Yabancı mahkeme yargılama sonucu yanlış bir karar verdiyse, bu karar tıpkı bu durumdaki yerli mahkeme kararları gibi kabul edilmelidir. Bu kuralın istisnası kamu düzeniyle ilgili olan hallerdir. Eğer yabancı bir mahkeme kararı temel hukuki kabullere ve hukuk düzeninin vazgeçilmez değerlerine aykırı ise tanınamaz. Bu konudaki kontrol kamu düzeniyle sınırlıdır. [106]
Kamu düzenine aykırılık ilk devlet mahkemesinin uyguladığı maddi hukuk kurallarından veya o devlet mahkemesinin yargılama şeklinden kaynaklanıyor olabilir. İlk durumda bir maddi hukuk kamu düzeni ihlali, ikincisinde ise usul hukuku kamu düzeni ihlali söz konusudur.[107] Usul hukukuna ilişkin kamu düzeni şartında amaç yargılama hukuku adaletini sağlamaktır. Bu şekilde, eğer ilk mahkeme kararı hukuk devleti yargılamasının temel ilkeleri olarak kabul edilen hukuk kurallarına aykırı ise tanınmayacaktır. Bu noktada önemli olan Alman yargılama hukukunun temel normlarıdır, yoksa Alman hukukundan her sapma ve farklılık otomatik olarak o kararın tanınmaması sonucuna götürmez.[108]
Bu kontrol sırasında ilk mahkemenin kendi hukukuna göre yargılamayı doğru yapıp yapmadığı önem arz etmez.[109]
Doktrindeki baskın görüşe göre kamu düzenine aykırılık olması için durumun az çok Almanya bağlantısı ihtiva etmesi şarttır. Fakat bu her durumda olayın yurt içi bağlantısı olmasını gerektirmez. Olayın Almanya ile hiçbir ilişkisinin olmadığı bazı durumlarda da kamu düzeni şartının müdahale etmesi gerekir. Örneğin temel insan haklarına aykırılık durumu.[110]
Hangi temel hakların ve yargılama hukuku prensiplerinin kamu düzenine ilişkin olduğu kanun metinlerinde ve Avrupa Topluluğunun ilgili yönetmeliğinde sayılmamıştır. Buna rağmen Alman yargılama hukukunun temel ilkeleri olarak; mahkemenin tarafsızlığı ve bağımsızlığı, hukuki dinlenilme hakkı ve adil yargılanma hakkı sayılabilir.
Aşağıdaki durumlarda kamu düzeni ihlalinden söz edilemez:
Yabancı devlet mahkemesinin hukukçulardan değil, halktan kişilerden oluşması (Fransız ticaret mahkemelerinde olduğu gibi) veya yargılamanın aleniyetinin Alman yargılama hukukunda düzenlendiği şekilde olmaması.[111]
Yabancı yargılamanın, davayı kazanan taraf lehine yargılama giderlerinin tazminini içermemesi.[112]
İlk yargılamadaki delil sunma ve ispat yükünün Alman yargılama hukukundan farklı olması.[113]
Çalışmanın bu kısmında davalılar tarafından en çok başvurulan kamu düzenine ilişkin durumlardan biri olan hukuki dinlenilme hakkının ihlali incelenecektir.
Alman Anayasasının 103’üncü maddesine göre herkesin mahkeme önünde hukuki dinlenilme hakkı vardır. Bunun anlamı şudur; kimse, hakkındaki bir davadan haberdar edilmeden, savunma ve delil sunma hakkı kendisine verilmeden ve sunduğu deliller dikkate alınmadan herhangi bir şeye mahkum edilemez. Bu ilke adil yargılamanın vazgeçilmez bir ögesidir.[114]
Alman Anayasasının bu maddesi doğal olarak, yalnızca Alman mahkemelerindeki yargılamalar için geçerlidir. Fakat Federal Mahkemenin bazı kararlarda altını çizdiği gibi, bu kurala yabancı bir mahkemenin dikkat etmemiş olması, o mahkeme kararının tanınmamasını da beraberinde getirir. Çünkü bu ilke, Alman yargılama hukukunun temel ilkelerindendir ve Alman kamu düzeniyle ilgilidir. Alman Federal Mahkemesi bir kararında bu maddenin hukuk devleti ilkesini ve ayrıca insan onurunun dokunulmazlığı ilkesini koruduğunu belirtmiştir. Davanın taraflarından birinin pasif bir yargılama objesi olarak kabulü, bu ilkeleri zedeleyecektir.[115]
Başka bir defasında Federal Mahkeme yukarıda zikredilen Alman Anayasasının 103’üncü maddesinin kişinin yargılamaya katılması fırsatının devlet tarafından engellenmemesini garanti ettiğini belirtmiş, fakat eğer davanın tarafı davaya katılma fırsatını kendisi kullanmadı ise bunun hukuki dinlenilme hakkının ihlali anlamına gelmeyeceğine karar vermiştir.[116]
Bir tanıma yargılamasında davalı taraf ilk yargılamada avukatlarının davadan çekildiğini, bu nedenle yeni bir duruşma tarihi tespit edildiğini, ancak kendisi bu sırada tedavide olduğu için bu yeni durumdan zamanında haberdar olmadığını, böylece hukuki dinlenilme hakkı ihlal edilerek aleyhinde bir karar tesis edildiğini iddia etmiş, bu nedenle kararın tanınmamasını talep etmiştir. Federal Mahkeme temyiz aşamasında bu durumun kamu düzenine aykırılık teşkil etmeyeceğine karar vermiştir. Mahkeme; davalı tarafın mahkemede temsili konusunda gayretli olması gerektiğine, davalının avukat tayini konusunda gerekli adımları atıp hukuki dinlenilme hakkını kullanma şansına sahip olduğuna işaret etmiş, fakat davalı bunları yapmadı ise kamu düzenine aykırılığın söz konusu olamayacağına karar vermiştir.[117]
Türk hukukuna göre, kanun koyucunun tarafların çıkarlarını değil de kamunun ve üçüncü kişilerin çıkarlarını veya genel ahlâkı korumak için kabul ettiği hükümler, kamu düzenindendir.[118] Kamu düzeni, yabancı hukukun uygulanmasını engellediği gibi, aynı sebeplerden yabancı mahkeme kararlarının ikinci ülkede tanınmasını da engeller.[119] İç hukuktaki kamu düzeni ile devletler özel hukukundaki kamu düzenleri kavramları farklılık göstermektedir. Türk kamu düzenine aykırılık, Türk hukukunun temel ilkelerine, toplumun geçerli ahlâk kurallarına aykırılık durumlarında ortaya çıkacaktır.[120]
MÖHYY gibi, Yargıtayın da kamu düzenine ilişkin olarak geliştirdiği kesin ilkeler yoktur. Ancak Yargıtay, kamu düzenini; kamunun her bakımdan genel çıkarlarını koruyucu hükümlerin tümü; bir başka ifade ile bir ülkede kamu hizmetinin iyi yapılmasını, devletin güvenliğini ve düzenini ve bireyler arasındaki ilişkilerde hukuku, huzuru ve ahlâk kurallarına uygunluğu sağlamaya yarayan kurum ve kuralların tümü olarak tanımlamaktadır.
1. Kamu düzeni şartının kontrolü
Doktrindeki baskın görüşe göre kamu düzeni şartı gerek Alman Medeni Usul Yasasının 328’inci maddesine, gerekse Avrupa Birliği Yargısal Yetki, Tanıma ve Tenfiz Yönetmeliğinin 34’üncü maddesine göre tanıma aşamasında resen dikkate alınması gereken bir husustur. Taraflar kamu düzeni şartının mahkeme tarafından denetlenmesinden vazgeçemezler.[121]
Doktrinde azınlığın temsil ettiği bir görüşe göre bu kontrol davalı tarafın itirazı üzerine yapılmalıdır. Eğer kamu düzeni şartı somut olayda direkt Alman devletinin menfaatleriyle ilgiliyse, bu şart resen dikkate alınmalıdır. Örneğin ilk mahkeme kararı Alman kartel hukukuna aykırı ise. Fakat kamu düzeni şartı yalnızca davalı tarafın korunmasıyla ilgiliyse, sözgelimi ödemeye ilişkin bir mahkeme kararının temelinde gabinle verilmiş bir kredi yatıyorsa, bu durum ancak davalının itirazı üzerine dikkate alınmalıdır.[122]
Genel kabul gören görüşe göre kamu düzeni şartının kontrolünde tanıma hâkimi ilk mahkemenin maddi tespitlerine bağlıdır.[123]
Buna karşılık, devletin menfaatleri için muhakkak uygulanması gereken hukuki normlarla ilgili durumlarda tanıma hâkiminin ilk mahkemenin maddi tespitlerine bağlı olmaması gerektiği görüşü de ileri sürülmüştür.[124]
Bir başka görüşe göre bu konudaki kontrol kamu düzeni ihlalinin ilk mahkeme kararının gerekçe kısmında olup olmadığına göre değişecektir. Eğer ihlal kararın gerekçesinde mevcutsa, tanıma hâkimi ilk mahkemenin maddi tespitlerine bağlı olmamalıdır. Aksi halde bu tespitler tanıma hâkimi için bağlayıcı olacaktır.[125]
Bu görüş, bu şekilde ilk davayı kaybeden tarafın maddi hukuk kamu düzeni ihlalini ispatlamak için birçok yeni delil sunması sonucunu doğuracağı, bunun da yargılamanın bir anlamda yeniden yapılmasına yol açacağı gerekçesiyle eleştirilmiştir.[126]
Federal Mahkeme bir kararında; ilk mahkeme maddi tespitlerini Alman usul hukuku kamu düzenine aykırılık olmadan yapmış ise bu tespitlerin tanıma aşamasında kontrolünün mümkün olmadığını bildirmiştir.[127]
Yine Federal Mahkeme bir başka kararında, ilk yargılamada davalının kullandığı veya kullanması mümkün olan delillerin tanıma aşamasında yeniden sunulamayacağına karar vermiştir.[128]
İlk yargılamayı kaybeden taraf bu yargılamadaki kamu düzeni ihlalini yasa yollarıyla ilk yargılamada düzeltmeye çalışmadıysa, bu ihlali tanıma aşamasında ileri sürebilecek midir? Genel kabul gören görüşe göre bu ihlalden zarar gören taraf hukuki tüm olanaklarını kullanıp bu ihlali henüz ilk yargılamada gidermeye çalışmalıdır. Kamu düzeni şartı, davanın taraflarının ilk yargılamadaki ihmallerinin tanıma aşamasında düzeltilmesi işlevi görmemelidir. Ancak o devlette kanun yollarından da sonuç alınamaması durumunda tanıma aşamasında bu şart devreye girecektir.[129]
Federal Mahkeme bir kararında, yargılamaya aktif katılma yolu ile mahkemenin hatalarını önlemeye çalışmanın ve kanun yollarına başvurmanın en başta tarafların ödevi olduğuna işaret etmiştir.[130]
Davalı taraf ilk yargılamada kamu düzeni ihlalini kanun yollarıyla düzeltme şansına sahip değil idiyse, sözgelimi kamu düzeni ihlali bizzat ilk devletin yargılama hukukundan kaynaklanıyorsa, bu durumda ilk yargılamadaki davalı tarafın kamu düzeni ihlalini iddia etmiş ve bu nedenle kanun yollarına başvurmuş olması kararın tanınması için şart değildir. Çünkü karar mahkemesi hâkimi kendi hukukuna bağlı olarak hüküm vermek zorunda olduğundan bu iddianın ileri sürülmüş olması ilk yargılamadaki sonucu değiştirmeyecektir.[131]
Türk hukuku bakımından da bu görüş ileri sürülebilir. Türk kamu düzenine açık aykırılık oluşturan kararlar, hâkim tarafından kendiliğinden dikkate alınarak, tanınmamalıdır.
Burada söz konusu olan kararın verilmesine yol açan yabancı yasa hükmünün Türk kamu düzenine aykırılığı değil, ilamın icrasının kamu düzenine aykırılığıdır.[132]
V. Karşılıklılık
Alman Medeni Usul Kanununun 328’inci maddesi 1’inci paragrafı numara 5’e göre, kararın verildiği ülke ile Almanya arasında karşılıklılık ilişkisi mevcut değilse yabancı mahkeme kararı tanınamaz.
Bu durumda evvela iki ülke arasında tanımaya ilişkin bir sözleşme olup olmadığına bakılacaktır. Eğer bu konuda bir sözleşme yoksa, o ülkenin benzer bir Alman mahkemesi kararını tanıyıp tanımayacağına bakılacaktır. O ülkenin tanıma hukukunun Alman hukukuyla birebir örtüşmesi şartı aranmayacak, daha çok genel bir değerlendirme yapılacaktır. O ülkenin tanıma hukukundaki kolaylıklar, yine aynı ülkenin tanımayı zorlaştıran kurallarını telafi edecek, karşılıklılık kavramının geniş yorumlanmasına özen gösterilecektir.[133]
İki ülke arasında karşılıklılık şartı bulunduğunun ispat yükü tanımayı talep eden tarafa aittir.[134]
İki ülke arasında karşılıklılık ilişkisi yoksa, Alman uluslararası özel hukukuna göre o dava konusu için karar veren mahkeme hukukunun uygulanması gerekiyor olsa bile, o karar tanınamaz.[135]
Önemli olan yabancı devlet mahkemelerinin pratikte uyguladıkları yöntemdir. Bugüne kadar iki devlet arasında bu şekilde bir pratik mevcut değilse, ilk devletin tanıma ile ilgili soyut hukuk kurallarına bakmak gerekecektir.
İlk devlet mahkemesi bir Alman kararını tanıyorken kararın doğruluğunu içerik olarak kontrol ediyorsa (revision au fond), bu durum, o ülkenin tanıma hukuku ile Alman hukuku arasında karşılıklılık ilişkisinin bulunmadığını gösterir.[136]
Karşılıklılık şartı temyiz aşamasında da kontrol edilecek hususlardandır.
Türk hukukunda Alman hukukundan farklı bir düzenleme göze çarpmaktadır. MÖHYY md. 42/I’e göre, tanımada karşılıklılık koşulu aranmamaktadır.[137] Oysa tenfizde bu koşul da aranmaktadır. Karşılıklılık koşulunun aranmaması öğretide eleştirilmektedir.[138] Buna karşılık Alman doktrininde de karşılıklılık şartının -İsviçre’de olduğu gibi- kaldırılması gerektiğini savunan yazarlar vardır.[139]
VI. Türklerin kişi hallerine ilişkin yabancı ilamda Türk kanunlar ihtilafı kuralları gereğince yetkili kılınan hukukun uygulanmamış ve Türk vatandaşı olan davalının tanımaya bu yönden itiraz etmemiş olması
Bu koşul yalnızca Türk hukuku bakımından aranmaktadır. Kişi hallerine ilişkin ilamlar inşai nitelikte olduğu için bu ilamlar zaten infaz edilebilecek kararlar değildir, ancak tanımaya konu olabileceklerdir. Kişi hallerine ilişkin ilamda davalı Türk vatandaşı ise yabancı mahkeme Türk hukukuna göre yetkili sayılan hukuku uygulamamışsa, davalı Türk vatandaşının itirazı üzerine Türk hâkimi yabancı ilamın tanınmasını reddetmek zorundadır. Eğer davalı itiraz etmemişse hâkim bu hususu kendiliğinden dikkate alamaz. Davalı Türk vatandaşı değilse zaten yasa kendisine bu konuda bir itiraz hakkı tanımamıştır.[140]
E. Hukukumuza göre tanıma yöntemi ve sonuçları
Hukukumuzda tanıma kararları hakkında görevli mahkeme asliye hukuk mahkemesidir. Bu kararlar kendisine karşı tanıma istenen kişinin Türkiye’deki ikametgâhı, yoksa sakin olduğu yer mahkemesinden, Türkiye’de yerleşim yeri veya sakin olduğu bir yer mevcut değilse, Ankara, İstanbul veya İzmir mahkemelerinden birinden istenebilir.
Tanıma çekişmeli yargı işidir.[141]
MÖHYY md. 36’ya göre, tanıma istemi dilekçe ile olur. Tanıma dilekçesine a) Yabancı mahkeme ilamının o ülke makamlarınca usulen onanmış aslı ve onanmış çevirisi ve b) İlamın kesinleştiğini gösteren ve o ülke makamlarınca yöntemince onanmış yazı veya belge ile onanmış çevirileri eklenir (md.37).
MÖHYY md. 32 ve HYY md. 97/I ile yabancıların Türk mahkemelerinde dava açmaları halinde, yargılama ve takip giderleri ile karşı tarafın olası zararlarını karşılamaları için bir teminat göstermeleri yükümlülüğü getirilmiştir. Ancak bu düzenlemenin AİHS md. 6’ya aykırılık oluşturması olasılığı yüksektir.
Hukukumuz bakımından şu olasılıklar gözetilerek tanıma istenebilir.
a. Açılmış bir davada kesin hüküm veya kesin delil itirazı ile ilk devlet mahkemesinden verilen kararın tanınması istenebilir. Bu durumda konu ön sorun olarak ele alınmalıdır.
b. Yönetsel bir işlem için tanıma istenebilir. Bu durumda yabancı mahkemece bir karar verilmiştir (boşanma kararı), Türkiye’de yönetsel bir işlemin yapılabilmesi için (nüfus siciline işlenebilmesi gibi) kararın tanınması gerekir. Burada, yabancı mahkeme kararının, tanımanın koşullarını taşıdığı tespit edilmekte, daha sonra ilgili yönetsel işlem yapılmaktadır.
Tanıma kararı ile birlikte, yabancı ilam inşai niteliklerini, Türk mahkeme kararının kesinleşmesinden itibaren değil, yabancı mahkeme kararının ilk ülkede kesinleştiği andan itibaren doğurur.[142]
Tanınmasına karar verilen yabancı ilamlar, Türk mahkemelerinden verilmiş ilamlar gibi icra olunur. Tanıma isteminin kabul veya reddi konusunda verilen kararların temyizi genel hükümlere tâbidir. Temyiz, yerine getirmeyi durdurur (md. 41).
Her ne kadar yasa temyizin genel hükümlere tâbi olduğunu belirtmekteyse de, diğer kararların temyizi kararın icrasını durdurmazken (HYY md. 443), tanımada temyiz, icrayı durdurmaktadır (md. 41).[143] Aslında tanımada klasik anlamda bir icradan da söz edilemez. Bu daha çok tenfiz için geçerli olacaktır.
F. Sonuç
Her ne kadar günümüzde egemenlik anlayışı eskiye göre oldukça değişmiş ve uluslararası ilişkiler sıkılaşmış olsa da, bir mahkeme kararının diğer ülkelerde de aynı sonuçları, kararın verildiği anda doğurması beklenmemelidir. Ancak ikinci devletin bu konuda belirlediği koşullara uyan kararlar belli bir usul çerçevesinde tanınabilir. Bu nedenle hukukumuzda tanıma ve tenfiz kurumları ayrı ayrı Milletlerarası Özel Hukuk Yargılama Yasasında düzenlenmiş, yine aynı konularda çeşitli uluslararası sözleşmelere de taraf olunmuştur. Alman hukukunda yabancı mahkeme kararlarının tanınması konusundaki hukuki düzenleme ise ikili nitelik arz etmektedir. İlki, Alman Medeni Usul Kanunu (ZPO) md. 328, 722 ve 723 ile yapılan temel ulusal düzenlemedir. Diğeri ise çok taraflı ve ikili sözleşmeler ile belirlenmiş hukuktur.
Türk hukuku bakımından tanıma için; yabancı mahkeme kararları hukuk davalarına ilişkin olmalı, yabancı ilam kesin hüküm niteliği taşımalı, yabancı mahkeme ilamı Türk mahkemelerinin münhasır yetkisine giren bir konuyu kapsamamalı, bu ilam Türk kamu düzenine açıkça aykırı olmamalıdır. Türklerin kişi hallerine ilişkin yabancı ilamlarda bu şartlara ek olarak Türk kanunlar ihtilafı kuralları gereğince yetkili kılınan hukukun uygulanmamış ve Türk vatandaşı olan davalının tanımaya bu yönden itiraz etmemiş olması (md. 34 ve 38) koşullarının varlığı aranır. MÖHYY md. 38’in (a) ve (d) bentlerinde yazılı olan ve tenfizde aranan “karşılıklılık” ve “savunma hakkına uyulmuş olunma” koşulları, tanıma için aranmaz. Alman hukuku bakımından ise tanımaya konu kararı veren mahkemenin uluslararası yetkiye sahip olması, ilk yargılamayı başlatan belgenin zamanında ve usulüne uygun olarak davalıya tebliği, kararın daha önceden aynı kişiler arasında ve aynı dava konusu hakkında verilmiş bir kararla uyuşmazlık arz etmemesi, tanımanın kamu düzenine aykırılık teşkil etmemesi ve karşılıklılık koşulu aranmakta; ancak, Türk hukukunda MÖHYY md. 38/e’de düzenlenen kanunlar ihtilafı kuralları gereğince yetkili kılınan hukukun uygulanmış olması koşulu aranmamaktadır. Kendi vatandaşını korumak amacıyla konduğunu düşündüğümüz bu hükmün günümüzde kaldırılması gerektiği ortadadır.
Yukarıda da belirtildiği gibi, ilk yargılamadaki davayı başlatan belgenin davalıya tebliğinin usulüne uygun ve zamanında olup olmadığının kontrolüne ilişkin açık bir düzenlemeye ihtiyaç vardır. Bu şekilde davalının savunma hakkının gerçekleştirilmesine yönelik somut bir adım atılmış olacaktır.
Ticari ilişkilerin yoğunlaştığı, internet vb. yöntemlerle insanların yüzyüze gelmeden hukuki ilişkiler kurabildikleri günümüzde birçok ülkede tanıma ve tenfiz konularının kolaylaştırılmasına yönelik gelişmeler olduğu dikkat çekmektedir. Avrupa Birliğinin bu konudaki yönetmeliği buna güzel bir örnektir. Bu konuda atılabilecek adımlardan birisi de, kamu düzeni şartı hariç olmak üzere, diğer tanıma şartlarının ancak davalının itirazı üzerine tanıma hâkimi tarafından dikkate alınması olabilir. Bu şekilde, hukuki bir yargılama sonucu verilmiş olduğu kamu düzeni şartının kontrolü ile tespit edilen yabancı mahkeme kararının tanınması önündeki engeller, -varsa- davalı tarafından ileri sürülecek, böylece davalının itirazının olmadığı durumlarda tanıma engelleri resen dikkate alınmayacaktır.
K A Y N A K Ç A
Baumbach, Adolf/
Lauterbach, Wolfgang/
Hartmann, Peter/
Albers, Jan ZPO, München 2002,62.Bası.
Bungert, Hartwin VollstreckbarkeitUS-amerikanischer Schadenersatzurteile
ZIP 1992, S.1707-1725
Ertaş, Şeref Yabancı İlamların Tanınması ve Tenfizi,
Kudret Ayiter’e Armağan,
Ankara 1988 S.366-438
Fricke, Martin Anerkennungszuständigkeit zwischen
Spiegelbildgrundsatz
und Generalklausel Bielefeld 1990
Geimer, Reinhold Anerkennung ausländischer Entscheidungen in
Deutschland München 1995
Geimer, Reinhold Internationales Zivilprozessrecht 2001
Köln,4.Bası.
Geimer, Reinhold Anmerkung zu AG Garmisch-Partenkirchenvom
23.6.1971 NJW 1972, S.1010-1011
Geimer, Reinhold Zur Prüfung der Gerichtsbarkeit und der internationalen
Zuständigkeit bei der Anerkennung ausländischer
Urteile, Bielefeld 1966
Geimer, Reinhold Grundfragen der Anerkennung und Vollstreckung
ausländischer Urteile im Inland, JuS 1965, S.475-479
Geimer, Reinhold Der doppelte Schutz des Beklagten, der sich auf
den Erstprozess nicht eingelassen hat, gemäß Art.20
II-III und Art.27 Nr.2 EuGVÜ IPRax 1985, S.6-8
Geimer, Reinhold Zur Nichtanerkennung ausländischer
Urteile wegen nicht ordnungsgemäßen erststaatlichen Verfahrens JZ 1969, S.12-16
Geimer, Reinhold Anmerkung zu BayObLG 03.10.1973
NJW 1974, S.419-420
Geimer, Reinhold/ Internationale Urteilsanerkennung,
Schütze, Rolf A. München 1984
Geimer, Reinhold / Europäisches Zivilverfahrensrecht,
Schütze, Rolf A. München 1997
Geimer, Reinhold/ ZPO 2001 Köln 22.Bası.
Zöller, Richard
Gottwald, Peter Grundfragen der Anerkennung und
Vollstreckung ausländischer Entscheidungen
in Zivilsachen
ZZP 1990,257-293
Gökkaya, Şevket Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Kanunu,
Ankara 1996,
Grunsky, Wolfgang Zur Vollstreckung eines im Ausland
erschlichenen rechtskräftigen Urteils IPRax 1987 S.219-221
Heidecker, Hugo Rechtskraft ausländischer Urteile ZZP 1893, S.453-505
Kondring, Jörg Die Heilung von Zustellungsfehlern im internationalen Rechtsverkehr, Berlin 1995
Kropholler, Jan Europäisches Zivilprozessrecht Heidelberg 1998 6.Bası
Kuru, Baki Hukuk Muhakemeleri Usulü C.VI, 2001 İstanbul, 6. Bası
Linke, Harmut RIW 1986,409-413, Die Kontrolle ausländischer
Versäumnisverfahren im Rahmen des EG-
Gerichtstands- und Vollstreckungsübereinkommens-
Des Guten zuviel?
Lüke, Gerhard/
Wax, Peter /
Gottwald, Peter
Bearbeiter Münchener Kommentar zur Zivilprozessordnung
München 2.Bası.München 2000
Martiny, Dieter Handbuch des Internationalen Zivilverfahrensrechts Band III/I,II Tübingen 1984
Müller, Klaus Zum Begriff der Anerkennung von Urteilen in § 328 ZPO ZZP 1966, S.199-245
Musielak, Hans-Joachim ZPO Kommentar München, 1999
Nagel, Heinrich Die Bedeutung von Art.27 Nr.2 EuGVÜ für die Widerspruchsfrist gegen deutsche Zahlungsbefehle IPRax 1982,5-7
Özbakan, Işıl Türk Hukukunda Yabancı Mahkeme Kararlarının Tanınması ve Tenfizi, Ankara 1987
Özuğur, Ali İhsan Nafaka Davaları, Ankara 1998
Schack, Haimo Internationales Zivilverfahrensrecht, 3.Bası München,2002
Schütze, Rolf A. Deutsches Internationales Zivilprozessrecht, Berlin 1985
Schütze, Rolf A. Anmerkung zu BGH vom 04.6.1992 RIW 1993, S.139-141
Siehr, Kurt Vollstreckung ausländischer Verurteilungen zu “punitive damages” RIW 1991, S.705-709
Spellenberg, Ulrich Abänderung ausländischer Unterhaltsurteile und Statut der Rechtskraft
IPRax 1984,304-308
Spickhoff, Andreas Möglichkeiten und Grenzen neuer Tatsachenfeststellungen bei der Anerkennung ausländischer Entscheidungen ZZP 1995, 475-501
Stein, Friedrich/
Jonas, Martin/
Bearbeiter Kommentar zur ZPO, Tübingen 1999 21.Bası.
Stiefel, Ernst C./
Stürner, Rolf Die Vollstreckbarkeit US-amerikanischer Schadenersatzurteile exzessiver Höhe VersR 1987, S.829-846
Stürner, Rolf/
Bormann, Jens Internationale Anerkennungszuständigkeit amerikanischer Bundesgerichte und
Zustellungsfragen im deutsch-amerikanischen Verhältnis, JZ 2000, S.81-87
Tiryakioğlu, Bilgin Yabancı Boşanma Kararlarının Türkiye’de
Tanınması ve Tenfizi, Ankara 1996,
Yılmaz Ejder/Yılmaz,Ümit Hukuk Rehberi, Ankara 1997,
[1] Sarıkamış Hâkimi.
[2] LL.M. (Münster).
[3] Martiny, “Handbuch des Internationalen Zivilverfahrensrechts”, Cilt III/1, Prg. 68, Geimer, “Anerkennung ausländischer Entscheidungen in Deutschland” S. 86, Kuru, “Hukuk Muhakemeleri Usulü” C.VI, 2001 İstanbul s. 5811; Özbakan, “Türk Hukukunda Yabancı Mahkeme Kararlarının Tanınması ve Tenfizi”, Ankara 1987, s. 18, Yılmaz, Yılmaz, “Hukuk Rehberi”, Ankara 1997, s. 2112, 13 HD, 30.06.1989 T. 1221/4636 (YKD, 1990/7, s.1029 vd.), 4 HD 30.09.1985 T. 1985/5537, 1985/7507.
[4] EuGVÜ.
[5] Avrupa Birliği Yargısal Yetki, Tanıma ve Tenfiz Yönetmeliği (EuGVVO).
[6] Danimarka ile olan ilişkilerde bu Yönetmelik geçerli değildir. Bu nedenle Danimarka ile diğer Avrupa Birliği üyesi ülkeler arasındaki tanıma ve tenfiz konusu önceki düzenleme olan Medeni ve Ticari Mahkeme Kararlarının İcrası ve Yargısal Yetki Hakkındaki Avrupa Birliği Sözleşmesine göre (EuGVÜ) yapılacaktır.
[7] RG 14.09.1975 T. 15536 S.
[8] Ülkemiz ile tanıma ve tenfiz konusunda anlaşma yapılan ülkeler; Avusturya, Arnavutluk, Azerbaycan, Çin, Gürcistan, Hollanda, İtalya, Kıbrıs, Polonya, Rusya, Ukrayna, Suriye, İsviçre, İran ve İngiltere olarak sayılabilir. Bu ülkelerle yapılan Sözleşmeler için Bk.http://www.uhdigm.adalet.gov.tr/ts.htm. Yine Çocukların Velayetine İlişkin Kararların Tanınması ve Tenfizi ile Çocukların Velayetinin İadesine İlişkin Avrupa Sözleşmesi için Bk. http://www.uhdigm.adalet.gov.tr/akcocukvelayet.htm
[9] Münch. Kommentar/Gottwald ZPO 328 Prg.37.
[10] BGH 18.3.1987, NJW 1987, 3084, BayObLG 29.3.1990, NJW-RR 1990, 843, Geimer, NJW 1972, 1010, Geimer, Jus 1965, 475, Martiny, age., Prg.222f; Münchener Kommentar/Gottwald s. 328 Prg.14.
[11] Martiny, age., Prg.233 vd., Geimer, IZPR Prg.2769, Stein, Jonas, Roth, ZPO s. 328 I Prg. 3, AG Garmisch-Partenkirchen 23.6.1971, NJW 1971, 2135.
[12] Stein, Jonas, Roth, ZPO § 328 I Prg.3.
[13] 2 HD 18.11.1996 T. 10938/11905 Özuğur A.İ., “Nafaka Davaları”, Ankara 1998, s. 675.
[14] Heidecker, ZZP 1893, 468, BGH, 01.6.1983, IPRax 1984, 321.
[15] Martiny, age., Prg. 367, Schack, IZVR Prg. 794, Gottwald, ZZP 1990, 260, 261, Müller, ZZP 1966, 205.
[16] Schütze, “Deutsches Internationales Zivilprozessrecht” s. 133, Spellenberg, IPRax 1984, 304 vd., Gottwald, ZZP 1990, 261 vd, EuGH 04.2.1988, IPRax 1989-160.
[17]Martiny, age., Prg.369 vd, Geimer, Schütze, “Internationale Urteilsanerkennung” Cilt I/2 S.1391, Stein, Jonas, Roth, ZPO, s. 328 II Prg. 8, Schack, age., Prg.796.
[18] Bu konudaki karar Eyalet Adli Yönetimi tarafından verilmektedir. Ancak boşanma davasının her iki tarafı da kararın verildiği anda karar devletinin vatandaşı iseler bu özel usul uygulanmayacaktır (FamRÄndG Art.7 Prg.1).
[19] Geimer, IZPR Prg. 2995 vd.
[20] Geimer/Schütze, Internationale Urteilsanerkennung, Cilt I/2 S. 1624 vd.
[21] HGK 21.06.2000 T. 2000/2-1051, 2000/1068
[22] Stein, Jonas, Roth, ZPO, s. 328 VI Prg. 62, Baumbach, Lauterbach, Hartmann, ZPO, s. 328 Prg. 8.
[23] Geimer, IZPR Prg. 2853 vd., Martiny, Handbuch des Internationalen Zivilverfahrensrechts Cilt III/1 Prg. 474.
[24] Geimer, IZPR Rd. 2858.
[25] Bu koşulların aranmaması konusunda eleştiri için Bknz. Kuru, age., s. 5813,
[26] Tiryakioğlu, “Yabancı Boşanma Kararlarının Türkiye’de Tanınması ve Tenfizi,” Ankara 1996, s. 32
[27] İlam niteliği taşımayan resmi senet hakkında tanıma ve tenfiz kararı verilmesine olanak yoktur (1 HD 04.05.2003 T. 2003/4324 -5861. Aynı görüşte Bk. Ertaş, “Yabancı İlamların Tanınması ve Tenfizi, ” Kudret Ayiter’e Armağan, Ankara 1988, s. 378, Özbakan, age., s. 382.
[28] Ertaş, age., s. 378.
[29] Gökkaya, “Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Kanunu”, Ankara 1996, s. 216, 4 HD 30.09.1985 T. 5537/7507 (Kuru, age., s. 5815), Alman hukukunda da ayni nedenle veraset belgesi tanınamaz (Geimer, IZPR Prg. 2884).
[30] Baumbach, Lauterbach, Hartmann, ZPO, s. 328 Prg.11.
[31] BGH 09.5.1956, BGHZ 20, 323-329, Martiny, age., Prg. 498.
[32] Tiryakioğlu, age., s. 35
[33] Martiny, age., Prg.500, Münch. Kommentar, Gottwald ZPO, 328 Prg.41.
[34] Geimer, IZPR Prg. 2871, Ertaş, age., s. 380. Ceza mahkemeleri için karşı görüşte; Baumbach, Lauterbach, Hartmann, ZPO, s. 328 Prg. 9, Ertaş, age., s. 380.
[35] Martiny, age., Prg. 505.
[36] Tiryakioğlu, age., s. 34
[37]Stein, Jonas, Roth, ZPO, 328 VI Prg.73 vd; Zöller, Geimer, ZPO, s. 328 Prg. 69.
[38]Martiny, age., Prg. 487 vd, Schack, age., Prg. 821, Münch. Kommentar, Gottwald Prg. 49, BayObLG 29.3.1990, FamRZ 1990, 898, 899.
[39] Tartışma ve daha fazla bilgi için Bknz. Tiryakioğlu, age., s. 38
[40] Tiryakioğlu, age., s. 38
[41] Geimer, IZPR Prg. 2894.
[42] Geimer, Zur Prüfung der Gerichtsbarkeit und der Internationalen Zuständigkeit bei der Anerkennung ausländischer Urteile S.94; Martiny, age., Prg.590.
[43]Martiny, age., Prg.324 vd, Siehr, RIW 1991, 709; Schütze, RIW 1993, 141, Bungert, ZIP 1992, 1724; Stiefel, Stürner, VersR 1987, 842 vd; Geimer, IZPR Prg.3067, Stein, Jonas, Roth, ZPO, s. 328 X Prg. 133; Schack, age., Prg.1026, BGH 04.6.1992, NJW 1992, 3096 vd.; OLG Düsseldorf 28.5.1991, RIW 1991, 594 vd, Ertaş, age., s. 403
[44] Geimer, IZPR Prg.3067; Martiny, a.g.e. Prg.323; Stein, Jonas, Roth, ZPO, s. 328 X Prg. 133, Bungert, ZIP 1992, 1724 vd; Schack, age., Prg.1026. Schack bu durumda, kısmi tanımanın tercih edilmesi gerektiğini, aksi durumda tarafların yeni bir dava açmak zorunda kalacaklarını belirtmiştir.
[45] Örn. Stiefel, Stürner, VersR 1987, 842, Bungert, ZIP 1992, 1724, Martiny, age., Prg. 328.
[46] Geimer, JuS 1965, 477, Martiny, age., Prg. 631.
[47] Martiny, age., Prg. 649.
[48] Martiny, age., Prg.656, Stein, Jonas, Roth, ZPO, s. 328 VII Prg. 84.
[49] Zöller, Geimer, ZPO, s. 328 Prg. 120.
[50] Martiny, age., Prg. 650.
[51] 2 HD 10.02.1986 T. 1986/808 -1284
[52] Tiryakioğlu, age., s. 41
[53] Özbakan, age., s. 162
[54] Aşağıda D IV 1.
[55] Ertaş, age., s. 393 vd.
[56] Aşağıda D II.
[57] Stein, Jonas, Roth s. 328 IV Prg.30; Baumbach, Lauterbach, Hartmann s. 328 Prg.16, Fricke, “Anerkennungszuständigkeit zwischen Spiegelbildgrundsatz und Generalklausel” S.102, 103, Martiny, age., Prg. 783, Schack, IZVR Prg. 839. Schack’a göre uluslararası yetkinin kontrolü ayni zamanda uluslararası yetki düzeninin sağlanması açısından önem arz etmektedir.
[58] Geimer, IZPR Prg. 2903, kısmen aynı görüşte Münchener Kommentar/Gottwald, s. 328 Prg.70, “ortada münhasır yetki bulunan bir durum olmadıkça”.
[59] BGH 25.11.1993, NJW 1994, 1415, BGH 26.3.1969, NJW 1969, 1537, Musielak, ZPO, s. 328 Prg.12, Münch. Kommentar/Gottwald Prg.69; Martiny, age., Prg.788 vd.; Schack, age., Prg. 839.
[60] Stein, Jonas, Roth, ZPO, 328 VII Prg. 95; Münch. Kommentar/Gottwald, s. 328 Prg.69, BGH 25.11.1993, NJW 1994, 1415. Bu Federal Mahkeme kararına göre “davanın taraflarından hiçbiri ancak tanıma aşamasında anlam ifade edebilecek delilleri ilk yargılamada sunmak zorunda değildir”.
[61] Martiny, age., Prg. 826, Zöller, Geimer, ZPO, s. 328 Prg.134.
[62] Ertaş, age., s. 400.
[63] Linke, RIW 1986, 410.
[64] BGH 21.3.1990, IPRax 1992, 34.
[65] Zorunlu olduğu yönünde, Grunsky, IPRax 1987, 219 vd, Stürner, Bormann, JZ 2000, 86, zorunlu olmadığı yönünde Zöller, Geimer, ZPO, s. 328 Prg.138c, Schack, age. Prg. 852, Münch. Kommentar, Gottwald ZPO, 328 Prg. 74.
[66] Martiny, age., Prg. 850.
[67] Baumbach, Lauterbach, Hartmann, ZPO, s. 328 Prg. 21, Stein, Jonas, Roth, ZPO, s. 328 VIII Prg.112, Musielak ZPO, Prg. 14.
[68] Münch. Kommentar/Gottwald ZPO, 328 Prg. 84.
[69] Baumbach, Lauterbach, Hartmann, ZPO, s. 328 Prg.21, BGH 07.3.1979, BGHZ 73, 381, Martiny, age., Prg.853. Martiny’e göre bu şekildeki katılma davetiyenin davalıya ulaştığını ya da davalının başka bir şekilde de olsa hakkındaki yargılamadan haberdar olduğunu gösterir.
[70] Geimer, IZPR Prg. 2932.
[71] FamRZ 1990, 1018; aynı görüşte Münch. Kommentar/Gottwald, s. 328 Prg. 84.
[72] BGH 16.9.1993, NJW 1993, 3270.
[73] EuGH 21.4.1993, NJW 1993, 2091.
[74] BGH 22.11.1997, NJW 1997, 2051; OLG Köln 06.10.1994, NJW-RR 1995, 446; Linke RIW 1986, 410; Nagel IPRax 1982, 6.
[75] Geimer, age., Prg. 2919.
[76] Martiny, age., Prg. 844.
[77] Geimer, age., Prg. 2920.
[78] Geimer, age., Prg. 2927e.
[79] Bkn. ayr.BGH 02.12.1992, NJW 1993, 599.
[80] Danimarka ile olan ilişkilerde geçerli değildir.
[81] Kropholler, “Europäisches Zivilprozessrecht” Art.27 Prg.33, Schack, age., Prg. 850.
[82] Linke, RIW 1986, 411.
[83] BGH 23.1.1986, NJW 1986, 2197.
[84] Avrupa Birliği ülkeleri arasındaki ilişkiler bağlamında, Geimer, IPRax 1985, 7; aynı görüşte Linke, RIW 1986, 412.
[85] EuGH 03.7.1990, RIW 1990, 928, benzer içerikte OLG Düsseldorf 10.6.1992, FamRZ 1993, 586.
[86] BGH 02.12.1992, NJW 1993, 600.
[87] Geimer, IPRax 1985, 7.
[88] OLG Düsseldorf 10.6.1992, FamRZ 1993, 586. BGH 18.12.1993, NJW 1993, 2689; EuGH 12.11.1992, EuZW 1993, 39.
[89] Geimer, IZPR Prg. 2921.
[90] Schack, age., Prg. 845.
[91] Martiny, age., Prg. 849, Zöller, Geimer, ZPO, Prg. 135a, Münch. Kommentar/Gottwald, s. 328 Prg. 78.
[92] 31.5.1990 tarihli karar, FamRZ 1990, 1015. Karşı görüşte Kondring, Die Heilung von Zustellungsfehlern im internationalen Rechtsverkehr S. 310; Martiny, age., Prg.849.
[93] Stein/Jonas/Roth, ZPO, 328 VIII Prg.114; Schack, age., Prg.846; BGH 29.4.1999, NJW 1999, 3202.
[94] BGH 02.12.1992; NJW 1993, 598.
[95] BHG 27.6.1990, NJW 1990, 3091.
[96] Martiny, age., Prg.859, Baumbach, Lauterbach, Hartmann, ZPO, s. 328, Prg. 25.
[97] Martiny, age., Prg.860.
[98] Kropholler, Europäisches Zivilprozessrecht, Art.27, Prg. 84, Linke, RIW 1986, 410; OLG Köln 12.4.1989, RIW 1990, 229,
[99] Geimer/Schütze, Europäisches Zivilverfahrensrecht Art. 27 Prg.92, Geimer, IPRax 1985, 8, Gottwald, ZZP 1990, 278. Gottwald’a göre tereddüt halinde yabancı mahkemenin kendi usul hukukuna uygun yargılama yaptığı karinesi kabul edilmelidir. Çünkü tanıma hâkimi o mahkemenin tâbi olduğu tebligat hükümlerini detaylarıyla bilemeyecektir.
[100] Geimer, IZPR Prg.2930, EuGH 15.7.1982, IPRax 1985, 25.
[101] Geimer, age. Prg. 2891. Geimer’e göre bu konu, Alman-yabancı mahkeme kararı ayrımı yapılmadan, iki Alman kararı arasında aynı şekilde ortaya çıkacak bir uyuşmazlık nasıl giderilecek idiyse, aynı şekilde çözümlenmelidir.
[102] Stein, Jonas, Roth, ZPO, 328 IX Prg.120 vd.
[103] Önceleri bu durumdaki bir karar, Alman yargılama hukuku kamu düzeni şartına aykırılık kabul gerekçesiyle tanınmamaktaydı.
[104] Stein, Jonas, Roth, ZPO, 328 IX Prg.122.
[105] Geimer, IZPR, Prg. 2892.
[106] Münch. Kommentar/Gottwald, s. 328 Prg. 93, Zöller, Geimer, ZPO, s. 328 Prg.155; Martiny, age., Prg.979.
[107] Martiny, age., Prg. 1016.
[108] BGH 21.3.1990, NJW 1990, 2203, Martiny, age., Prg. 1021 vd.
[109] Geimer, NJW 1992, 1624, Stein, Jonas, Roth, ZPO, s. 328 VIII Prg. 114, BGH 29.4.1999, NJW 1999, 3202.
[110] Zöller, Geimer, ZPO, s. 328 Prg.167, 167a; Geimer, IZPR Prg. 2967, Martiny, age., Prg.1029, Bungert, ZIP 1993, 815 vd.
[111] Geimer, IZPR Prg. 2951.
[112] Geimer, age., Prg. 2954.
[113] OLG Köln, IPRax 1998, 116, Geimer, age., Prg. 2962.
[114] Martiny, age., Prg. 1096.
[115] BGH 18.10.1967, NJW 1968, 354. Bu olayda İngiliz mahkemesi davanın taraflarından birini, mahkemenin verdiği bir karara riayet etmediği gerekçesiyle yargılamanın kalan kısmına katılmaktan menetmiştir. Tanıma aşamasında Federal Mahkeme, davanın tarafının mahkemenin kararına kendi kusuru nedeniyle riayet etmediğine ve avukat tarafından temsil edildiği için bu davranışının sonucunun ne olacağını bilmesi gerektiğine işaret etmiş, bu nedenle bir kamu düzeni şartı ihlalinden söz edilemeyeceğine karar vermiştir.
[116] BGH 29.4.1999, NJW 1999, 43.
[117] BGH 19.9.1977, NJW 1978, 1114.
[118] Özbakan, age., s. 175.
[119] Ertaş age., s. 395.
[120] Ertaş age., s.396 , Özbakan, age., s. 168 vd.
[121] Baumbach, Lauterbach, Hartmann, ZPO, s. 328 Prg.14, Münch. Kommentar/Gottwald, s. 328 Prg.55, Stein, Jonas, Roth, ZPO, s. 328 IV Prg. 30.BayObLG 21.8.1975, NJW 1976, 1038, Avrupa Birliği ülkeleriyle ilgili, Kropholler, EZPR Art. 27 Prg.1.
[122] Geimer, IZPR Prg.2991, RIW 1976, 148; benzer görüşte Martiny, age., Prg.1154.
[123] Martiny, age., Prg.1157, Spickhoff, ZZP 1995, 489 vd.
[124] Geimer, NJW 1974, 420, Geimer, Schütze, “Europäisches Zivilverfahrensrecht, ” Art.27 Prg. 57 f.
[125] Schack, IZVR Prg. 868.
[126] Spickhoff, ZZP 1995, 490.
[127] BGH 11.4.1979, NJW 1980, 531.
[128] BGH 19.9.1977, NJW 1978, 1114.
[129] Geimer, IZPR Prg. 2955, 2991a, JZ 1969, 15, Münch. Komm/Gottwald, s. 328 Prg.102; Stein, Jonas, Roth, ZPO, § 328 X Prg.131, OLG Saarbrücken 3.8.1987, IPRax 1989, 39.
[130] BGH 21.3.1990; IPRax 1992, 35.
[131] KG 20.2.1976, NJW 1977, 1018; Geimer, JZ 1969, 14; Martiny, age., Prg.1155.
[132] Özbakan, age., s.176.
[133] Schack, IZVR Prg.875, Geimer, IPRax 1994, 187.
[134] Baumbach, Lauterbach, Hartmann, ZPO, s.328 Prg. 46; Münch. Kommentar/Gottwald ZPO, 328 Prg.106.
[135] Baumbach, Lauterbach, Hartmann, ZPO, s.328 Prg.46.
[136] Baumbach, Lauterbach, Hartmann, ZPO, s. 328 Prg. 47.
[137] 2 HD 10.02.1986 T. 1986/808 -1284
[138] Bk. Kuru, age., s. 5813. Ayr. düzenlemenin uygunluğu görüşü için Bk. Tiryakioğlu, age., s. 33.
[139] Örn. Schack, IZVR Prg. 877.
[140] Ertaş, age., s.398
[141] 2675 sayılı Yasanın 34, 36, 38 ve 39’uncu maddeleri uyarınca, diğer eşe husumet yöneltilmesi, tanıma talebini içeren dilekçenin, usulen duruşma günü ile birlikte karşı tarafa tebliğ edilmesi, duruşma gününde de basit yargılama usulü hükümlerine göre incelenerek karara bağlanması gerekmektedir. Mahkemece hasımsız olarak açılan davanın taraf teşkili yapılmaksızın, duruşma açılarak, karşı tarafa savunma imkânı sağlanmadan (HUMK md.73) kabulü usul ve yasa hükümlerine aykırıdır (2 HD 07.10.2002 T. 2002/10804-11537).
[142] Ertaş, age., s. 403, Gökkaya, age., s. 216.
[143] Ertaş, age., s. 403.